31 Aralık 2012 Pazartesi

Pera Günlükleri : Körler Ülkesi

Delal Arya, Can Çocuk

Resimleyen : Sedat Girgin

Pera Günlükleri serisinin 1. kitabı.

Yılın sonuncu kitabı nefis bir sürpriz, keşfedilmiş parlak bir hazine gibi oldu. Çocuk kitabı deyip geçmeyiniz lütfen, gayet zengin bir dille yazılmış, esrarengiz, macera dolu, şahane bir kitap Körler Ülkesi.

İstanbullu Eltanin ailesinin ikiz çocuları Ran ve Lusin, Venedik'de antika bir yatılı okulda kalmaktadırlar. Ran kütüphanede şans eseri Marco Polo'nun günlüğünü bulmuş; buradaki yazıları çözüp okulun yanındaki kulenin dibinde Körler Ülkesi'nin haritasını keşfetmiştir. Ne var ki anneleri Stare  ile babaları Ali'nin Rubülhali Çölünde kayboldukları haberi gelince, okul müdürü çocukları hiç tanımadıkları büyük amcalarının yanına, İstanbul'a yollar. Yolda başlarından esrarlı maceralar geçen ufaklıklar, büyük amcanın sahip olduğu Pera Palas otelinin gizemleri ile karşılaşınca pek heyecanlanırlar.

Bayıldım bu kitaba, öncelikle yazarın biyografisine hayran kaldım zaten. Pippilotta Uzunçorap gibi bir kızmış Delal Arya:



Kitabın anlatımını da  çizimleri de çok beğendim.


İkinci kitabın Pera Palas Oteli ve Agatha Christie ile alakalı olacağını söyleyeyim bir de:)

Tüm maceraperestlere tavsiye olunur.



30 Aralık 2012 Pazar

Tango İstanbul


Esmahan Aykol, Mephisto Kitaplığı


Bir Kati Hirşel polisiyesi.


Kati'nin son macerasının üstünden 5 sene geçmiş. Kahramanımız artık 50 yaşında olgun bir kadın, iyice de İstanbullu olmuş. Artık Türkler öyle yapar, Türkler böyle eder tarzı saptamalarına pek rastlamıyoruz. Bu da romanlar boyunca zamanın geçişine dair güzel bir belirti. İyice Türklerin arasına karışmış Kati'cik.


5 sene sonra Kati, dükkanında çalışan ve benim pek sevmediğim Pelin sayesinde yeni bir cinayet davasına bulaşıyor. Pelin'in arkadaşı, gencecik gazeteci Nil, bir kafede ansızın ağzı burnu köpürüp komaya girer. Nil'in telefonundaki son arama Pelin olunca hem Pelin, hem de Kati olaya karışırlar. Gencecik bir kadının yoğun bakımda can çekişmesi çok dokunur Kati'ye. Ayrıca durduk yerde ne olmuştur Nil'e? Böylece araştırmaları Kati'yi medya dünyasının çapraşık ilişki yumağına yönlendirir. Üstelik Nil'in ailesiyle arasının açılmasına sebep olan romanı da ortalarda yoktur.


Yazılmış olan son Kati macerası bu, inşallah arayı fazla açmadan yeni macerasını okuyabiliriz kahramanımızın. Pek sevdim ben Kati'yi.


"Siz ne iş yapıyorsunuz?"
"Tarihçiyim." Nedense pek şaşırmadım. Kılık kıyafetine bakarak bu sonuca varmak için Sherlock Holmes olmaya gerek yoktu. 
"20. yüzyıl tarihi mi?" Hayır, sanki ilkçağ tarihi çalışsa beline ayı postu saracak. Soruyu sorduğum anda utandım. "Yakın tarih mi yani?" diye durumu kendimce tamir ettim. Ne büyük tamir!

Dudaklarının durumuna bakılırsa alınmamıştı. Siyah beyaz filmlerden fırlamış gibi durduğu için bu soruyu sorduğumu düşünmesi ihtimal dahilinde değili zaten. Birisi "Polisiyelere meraklı olduğunuz belli" dese, beni Miss Marple'a benzettiği aklımın ucundan geçmez.





Şüpheli Bir Ölüm


Esmahan Aykol, Merkez Kitaplar


Üçüncü Kati Hirşel Polisiyesi.


İstiklal Caddesinde her zamanki gibi kazı işleri var, Kati çukura düşmeden, çamura batmadan yürüme yeteneğini geliştirmiş her İstanbullu gibi. Can dostu Fofo da sevgilisinden ayrılmış, Kati'nin yanına geri dönmüş. Bu macerada Kati'nin olaya dikkatini çeken de Fofo zaten.


İnternetteki magazin sitelerinden birinde, Sani Ankaralıgil'in ölü bulunduğu haberi Fofo ve Kati'nin dikkatini çeker. Oldukça zengin Ankaralıgil ailesine gelin gitmiş Sani'nin (aslında Saniye de daha kibar dursun diye Sani deyollar) durup dururken evinde düşüp ölmesi amatör dedektiflerimizin dikkatini çeker. Sani bir çevre vakfı kurmuş ve Ergene Havzasını zehirleyen sanayicilere savaş açmıştır. Acaba sanayiciler mi susturmuştur Sani'yi yoksa daha derin hikayeler mi var? Eh, böyle meraklı olayları bizim Kati ve alem dostu Fofo'dan daha iyi kim çözecek? Bizimkiler arabaya atladıkları gibi Lüleburgaz'a giderler. Aldıkları cevaplar kafaları karıştıran cinstendir. Bir de ortaya nefes kesici yakışıklılıkta yasak aşk çıkıverir.


Bu macerada hem çevre kirliliği konularının altı çiziliyor, hem de her zamanki gibi Kati'nin kendine has araştırmasını keyifle okuyoruz. Tabii Kati'nin hayatındaki gelişmeleri de öğreniyoruz. Bu kitaplarda hoşuma giden detaylardan biri de bu; kahramanımız gerçek, yaşayan bir karakter. Yaşlanıyor, sarkıyor, sevgilisinden ayrılıyor, hayatı hep ilerliyor kısacası.


Bu seriyi keşfetmenizi tavsiye ederim:)


On beş yaşından beri hemen her hafta en az bir kitap okuduğumu varsayarsak, binlerce polisiye okumuştum. Böyle bir ölüm... Uyuşturucu almamış, zehirlenmemiş ama kolunda iğne izi olan, kafasını çarptığı için değil ama... doğal nedenlerden ölmüş bir kadın... hadi, erkek olsun... hatırladığım kadarıyla hiçbir kitapta karşıma çıkmamıştı.



Kelepir Ev


Esmahan Aykol, Merkez Kitaplar


İkinci Kati Hirşel Polisiyesi.


Tünel'deki dükkanında polisiye roman satan İstanbullu Alman Kati'nin başına olmadık dertler açılmıştır. Sevgilisiyle arası açılmış, ev sahibi kirayı arttırmaya karar vermiş, üstüne üstlük gıdısında hafiften bir sarkma baş göstermiştir. Siniri burnunda Kati, ev aramaya çıktığında bir otopark bekçisi ile kavga eder. Adam cinayete kurban gittiğindeyse kendini zanlı konumunda buluverir. Şimdi bütün polisiye birikimini ve merakını konuşturup kendini aklaması, gerçek katili de ortaya çıkartması gerekmektedir.


Kati yine esprili, sempatik ve meraklı. Herkesin işine gücüne ve de hayatını burnunu sokup, en yerinde sorularla (engin polisiye birikimi sağolsun) olayları aydınlatmak için uğraşıyor. İlki gibi zevkli bir İstanbul polisiyesi, hem de amatör dedektif Kati'nin aşk hayatı pek keyifli.


Kati Hirşel, şahane! :)


"Bakkaldan bir paket Türk kahvesi istemek üzere salon penceresine gittim. İstanbul'da mahalle bakkallarıyla camdan seslenerek iletişim kuruluyor. Siparişinizi telefonla da bildirebilirsiniz elbette ama... Camdan seslenmek dururken, ne diye? Bağıra bağıra bakkalın çırağı Hamdi'ye bir paket Türk kahvesi siparişi verdim.

Beş dakika sonra Hamdi ve kahve paketi kapımın önündeydi. Alın size İstanbul'u ve Türkleri sevmek için bir neden daha. O korkunç Berlin'de olsam pazar sabahı kahve alabileceğim açık bir dükkan bulmak için kentin yarısını dolaşmam gerekecekti muhtemelen."




Kitapçı Dükkanı

Esmahan Aykol, Merkez Kitaplar


İlk Kati Hirşel Polisiyesi.


Kati Hirşel, hayatının ilk 7 yılı ile son 13 yılını İstanbul'da geçirmiş, kapı gibi Türk pasaportlu, İstanbullu bir Alman. Tünel'de, sadece polisiye kitaplar satan küçük bir dükkanı var Kati'nin. Bir yaz günü, Almaya'dan gelen film ekibinin yönetmeni otel odasında öldürülünce Kati, okuduğu binlerce polisiye romana güvenerek cinayeti çözmeye hevesleniyor. Zaten filmin başrol oyuncusu Almanya'dan arkadaşı Petra olduğu için bir şekilde olaya karışmış buluyor kendini. Böylece kitaplardan öğrendiği teknikler ile zekâsını kullanarak katili bulmak için çalışmaya başlıyor kahramanımız.


Kati İstanbul'da doğmuş olsa da, burada bir Alman, İstanbul ve Türkler hakkında hem gerçekçi hem de komik gözlemleri kitabı daha da zenginleştiriyor. Tabii en önemlisi, Kati'nin bu şehre duyduğu aşk. Kendini Alman ya da Türk değil, İstanbullu olarak tanıtıyor Kati'cik. tabii sadece İstanbul aşkı yok kitapta, Kati'nin hiç vazgeçmeden kendine münasip bir sevgili arama çalışmalarını da takdirle okuyoruz:)


Kitabın arkasında yazılanlara katılıyorum : Kati Hirşel şahane:)


İngiliz, Türk, Meksika, Alman polisi arasında bizce hiçbir fark yoktur; hepsinden aynı derecede hoşlanmayız.

Fakat otuz saniye önce dükkanın kapısından giren polis üniforması içindeki ilah, annemle aramdaki son görüş birliğine, bizi birbirimize bağlayan bu son bağa ihanet etmeme neden olabilirdi. Gözü dönmüş halimi gizlemeye çalışarak ve polis otosunun dükkanın önünde durmasıyla birlikte vitrinin önünde biten Recai'yi görmezlikten gelerek, "Evet, Memur Bey, bir sorun mu var," dedim, tamamen egosunu sarsmak maksadyla, yoksa adamın en azından komiser olduğuna bire yüz bahse girebilirdim.



29 Aralık 2012 Cumartesi

Peygamber Cinayetleri

Mehmet Murat Somer, İletişim Yayınları

Hop Çiki Yaya serisi geçmiş senelerde basıldığı için sadece birkaç tanesini İdefix'de bulabilmiştim. Serinin ilk kitabı Peygamber Cinayetleri'ni Gitti Gidiyor'da görünce hemen aldım ve okudum. Bu kitap diğerlerinin aksine İletişim'den çıkmış. Meğerse seriyi ilk İletişim basmış, sonrada Everest tekrar yayınlamış. Bir zahmet bir daha bassalar da biz de eksiklerimizi tamamlasak diyorum.

Peygamber Cinayetleri, sanki dizinin en ağır ve oturaklı romanı imiş. Bunu diğerlerinden daha başka bir türlü sevdim. Kitap hunharca öldürülen travestileri ve travestilerin nasıl insandan sayılmayıp cinayet dosyalarının kapatıldığını pek güzel yüzümüze vuruyor. Bu insancıllığı kitabı daha çok sevmeme sebep oldu.

Kültürlü, sevimli, yakışıklı ve uçan tekmeleriyle mahalledeki kapkaççıyı güzelce dövüp herkesin saygısını kazanmış olan delikanlı travesti kahramanımız son günlerde işlenen travesti cinayetlerinde bir tuhaflık farkeder. Kızlarının tamamının erkek isimleri peygamber adlarıdır ve kızlar dinler tarihinde peygamberlerin öldüğü biçimlerde kurgulanmış mizansenlerle katledilmektedirler. Polisin pek önemsemediği bu seri cinayetleri çözmeyi aklına koyan kahramanımız maceranın tam göbeğine dalar.


Gönül adeti olduğu üzere taksi şoförüne sarkmaya başlamıştı. Herkesin bir tür saplantısı var. Tanıdığım kadarıyla Gönül'ün baştan çıkması için adamın direksiyona dokunuyor olması yeterdi. Tipi, yaşı gibi konular sonraki sorulardı.
"Kardeş siz nerelisiniz?" diye başladı.
Sürücümüz Iğdırlıydı.
Iğdır'ı duyunca Gönül hayat iksiri koklar gibi bir iç çekti ki gayri ihtiyari dönüp hayretle baktım.
"Ne güzel sürüyorsunuz arabayı" diye devam etti.
Yüzümün kızarmaya başladığını hissediyordum. Adam dikiz aynasından bizi izlemeye başlamıştı. ne mal olduğumuz ortadaydı, ama nasıl davranacağına karar veremiyor gibiydi.


Bu seriyi benim gibi kaçırmış olanların bir an evvel keşfetmesini tavsiye ederim.



27 Aralık 2012 Perşembe

Jigolo Cinayeti

Mehmet Murat Somer, Everest Yayınları

Bir Hop-Çiki-Yaya polisiyesi.

Yazarımızın bağımlılık yapan serisinden okuduğum ikinci macera Jigolo Cinayeti oldu. Bu kitap 2005'de yayınlanmış. Kahramanımız büyük bir aşk acısıyla depresyona girmiş, can dostu Ponpon bizimkine yardımcı olmak için alıp adamı kulübe götürüyor ve kahramanımız karmakarışık bir cinayet davasına karışıyor böylece.

Bu kitabın ilkinden farkı olayları daha detaylı anlatması ve yazımdaki bariz gelişme. Bundan sonra okuyacağım kitap artık kimbilir ne nefis olacak, pek heyecanlıyım.

Kitapta en sevdiğim detay ise, finalde kahramanımızın katili, tıpkı Hercule Poirot tarzında herkesi bir araya toplayarak ifşa etmesi oldu. Muhteşem bir pastanın üzerindeki kiraz şekerlemesi gibiydi işte final:) Bayıldım vallahi ayol:)


"İpekten!"
"Tamam ayol!" derken küskün küskün alt dudağını sarkıtmıştı bile.  "İki kelime gullüm de edemeyeceksem..."  
Silahlardan birini eline verdim.
"Nasıl kullanılacağını bilir misin?" diye sordum.
"Ayol askerlik yaptık herhalde. Üstelik de hiç ıskalamam. Merak etmem kocacım."
Yerde yatanın dilsiz olduğunu, konuşamadığını söyledim.
İpekten çömelip onu incelemeye başladı. Bir o yana bir bu yana çevirdi.
"Ben bunu dilli düdüğe çeviririm," dedi en şakıyan sesiyle. "Çözerim o dilini... Yerim ayol!"

Ne yapın edin, bulup okuyun bence; eğlence, keyif garanti:)


26 Aralık 2012 Çarşamba

Buse Cinayeti

Mehmet Murat Somer, Everest Yayınları

Bir Hop-Çiki-Yaya polisiyesi.

Buse Cinayeti taa 2003'te yayınlanmış. Bu nefis seriyi ve şahane yazarımızı bu denli geç keşfetmiş olmak benim suçum tabii.

Kitabımız, amatör dedektif, gündüzleri usta hacker, geceleri ise kulüp işletmecisi travesti kahramanımızın maceralarını anlatıyor. Adı kitapta anılmayan kahramanımız pek kültürlü, bakımlı, incecik, gerektiğinde uzakdoğu dövüş tekniğiyle en ayı adamları yere deviren sağlam delikanlı, ama her daim Audrey Hepburn gibi şık, geceleri azgın bir aşk kuşu, kulüpteki öteki "kızların" ablası, özetle şahane bir karakter. Karşılaştığı cinai vakaları kendi bakış açısı ve tabii baştan çıkartıcı yöntemleri ile pek güzel çözüp bizi hayran bırakıyor. Son derece eğlenceli, okuması da +pek keyifli bu serinin.

Bu romanda tutkulu kahramanımız, kulübündeki kızlardan Buse'nin öldürülmesi ile kendini tehlikeli maceraların içinde buluyor. Buse, geçmişte hiç olmayacak biriyle uzun süreli ilişki yaşamış; bu ilişkinin tüm kanıtlarını da bir güzel saklamıştır. Şimdi iyi kötü bir sürü farklı gruplar, bu kanıtların peşindedir. Kahramanımız ise en güzel kıyafetlerini kuşanıp cinayeti çözmeye azmetmiştir.

Bayıldım tek kelime ile!

Aynur, kısa ve yaşlı olana durumu anlatıyordu, ben ise yakışıklı ve çapkın olanla süzüşüyordum. Boy, bos, ağız, burun, bakışlar, eller, yani kısaca fevkaladeydi. Sert bir çenesi, çok şey vaat eden bir burnu vardı. Yazlık kısa kollu ve açık yakalı gömleğinden göğüs kılları gözüküyordu.. Yutkundukça yukarı aşağı hareket eden kocaman bir ademelması vardı. İri elleri temiz ve bakımlıydı. Üniformasız olsa o iş kesindi, ama üniforma sevmem, hele polis üniforması olursa hiç sevmem. Yani, tabii Yunuslar istisna teşkil ediyor, o ayrı mesele. Motosiklet üzerinde, biri önde, diğeri arkadan ona sarılmış. Ay!



25 Aralık 2012 Salı

Kış Cinayeti (The Winter Murder Case)

S.S. Van Dine, Labirent Yayınları

Bir Philo Vance polisiyesi.

Ejder Cinayeti ile tanıştığımız ukala ve duygusuz dedektifimizin okuduğum ikinci macerasını ilkinden çok daha fazla sevdim.  Çünkü bu macerada kahramanımız hiç duygusuz değil; gayet düşünceli ve şefkatli idi. Böylece ilk kitaptaki robotik halinden sıyrılmış, kanlı canlı bir adama dönüşmüştü. Bir de uzun uzun dip not açıklamaları yok bu sefer. O yüzden bu kitabı okuması daha zevkli idi.

Philo Vance, yaşlı dostu ve de mücevher koleksiyoneri Carrington Rexon'un davetini kabul ederek malikaneye gider. Malikanede, Rexon'un oğlu, nişanlısı ve bunların enteresan arkadaşları kalmaktadır. Vance, misafirlerin arasındaki ilişki yumağını çözmeye çalışırken kaçınılmaz olarak cinayet işlenir ve zümrütler çalınır.

Okuması zevkli bir klasik polisiye. Oldukça kısa, 100 sayfadan bile az bir romancık.



Ejder Cinayeti (The Dragon Murder Case)

S.S. Van Dine, Labirent Yayınları

Bir Philo Vance polisiyesi.

S.S. Van Dine, polisiye romanın kuramcısı, bu romanların olmazsa olmaz 20 kuralını yaratan Willard Huntington Wright isimli bir yazarın takma adıymış. Agatha Christie'nin çağdaşı olan yazarımız, bu dönemlerde polisiye, halen eleştirmenlerin küçümsediği bir tür olduğundan, S.S. Van Dine mahlası altında kitaplarını yayınlamış.

Van Dine, aynen Agatha teyzemiz gibi bir dedektif kahraman yaratmış : Philo Vance. Fakat yazar bu kahramana kendi aşırı entelektüel birikimini yüklemiş. Agatha Christie'nin sempatik Poirot'sunun yanında, Philo Vance, duygusuz, taş gibi, buz gibi, ukala pisliğin teki. Latince alıntılar, yüksek bilgi birikimi gerektiren espriler yapıp enteresan atıflarda bulunuyor Philo Vance. Yazar da gayet bilmiş bir tavırla sayfa altında dip notlarda bunları açıklıyor. Bir polisiye romanda, uzun ve detaylı dip not açıklamaları ile karşılaşmak hakikaten şaşırtıcı. Artık bu ukalalığından mı, duygusuzluğundan mı, dedektifimize katiyen en ufak bir sempati beslemiyoruz kitap boyunca. Halbuki bir kitabı sevmek için karakterlerle özdeşleşmek gerekiyor bana göre. Bu yüzden, denize düşen yılana sarılır misali, pek nüktedan adli tabip şefi namzeti, Doktor Doremus'u pek sevdim. Onun bulunduğu sayfalar favorim oldu.

Cinayet olayına gelecek olursak, bu roman yüzde yüz; tam bir klasik polisiye. Kahramanın iticiliği bir yana; Agatha Christie tarzı polisiye okumayı sevip Christie külliyatını devirmiş olanlar; pekala S.S. Van Dine külliyatına başlayabilirler. Labirent Yayınları, yazarın 3 kitabını bastı bile.


24 Aralık 2012 Pazartesi

Mrs. Dalloway

Virginia Woolf, İletişim Yayınları

Bayan Dalloway'in o iç sıkıcı hayatının bir gününü anlatan bu kısa romanı okumak iki haftamı aldı sevgili dostlar. Kitabı taa Ağustos ayında okudum. Ama içimi o kadar daralttı ki, yazısını ancak yazabiliyorum. O da, bu sene okuduğum kitap listem eksik olmasın diye. Ama aslında suç benim, Bodrum'a tatile götürdüm ben bu kitabı. 4 gün şezlongda debelendim, bir o yana bir bu yana döndüm, kitap ilerlemiyor. Bir cümle okuyorum kafam karmakarışık, dönüyorum baştan okuyorum, iki sayfa sonra yine aklım gidiyor, yahu bu kadın ne anlatıyor diyorum... Resmen zekamdan şüphe ettim bu Clarissa Dalloway yüzünden.

Fakat şimdi düşünüyorum da, o kadar acılar çekerek okumama rağmen, romanda anlatılanlar aklımda yer etmiş. Hiç unutmamışım. Enteresan ve üzerinde tartışılası bir nokta.

Bu kitap benim 50 Kız Romanı projemizde, Ağustos ayı için seçtiğim kitabımdı. Temmuz ayında Muhteşem Gatsby'i okumuş idim. Eylül ayını pas geçtim. Ekim kitabım Büyük Umutlar ve Kasım kitabım Siyah İnci, şu an elimin altında, yani geç kalmış olsam da, arkadan gelsem de, projemize devam ediyorum dostlar:)



Pembe Tütülü Amiral

Mehmet Murat Somer, Sel Yayıncılık

Türk Silahlı Kuvvetlerinden bir amiral, pembe tütüsü, kıllı bacakları, göbeği ve bale papuçlarıyla tam takım giyinmiş; otel odasında, diğer 3 subay ve gece boyu bunlara eşlik eden 4 yakışıklı delikanlıya özel mi özel bir gösteri sunmaktadır. Çaykovski'nin Kuğu Gölü balesi eşliğinde, pembe tütüsünü hoplata zıplata basbayağı bale yapmaktadır Amiral. Ne var ki, en önemli hareketin ortasında ani bir kalp krizi geçirip hakkın rahmetine kavuşuverir.

Evli barklı bir ordu mensubu, üzerinde bale kıyafeti, yüzünde sahne makyajı; odasında da başka subaylar ve jigololarla çevrilmiş halde ölmüştür. Ortalık tam manasıyla karışır. Askeriyeye kinli bölge savcısı odada olup bitenleri ortaya çıkarmaya uğraşır, ordunun demir yumruğu rezaleti örtbas etmek ister, medya ise bir skandalın peşindedir.

Kitap bir kahramanın başından geçenleri anlatmıyor, bu olay etrafında ordu-savcılık-medya arasında gidip gelerek gelişmeleri bize aktarıyor. Davanın nasıl ilerleyip sonuçlandığına dört koldan tanık olurken muazzam bir ikiyüzlülükle, gün gibi ortada olan gerçeğin nasıl saptırılıp üzerinin örtüldüğünü okuyoruz.

Bence gayet gerçekçi bir roman. Eğlencelik niyetine okuduğum için biraz sıkılmış olabilirim.



23 Aralık 2012 Pazar

Kraliçe Kitap Okuyor (The Uncommon Reader)

Alan Bennett, Sel Yayıncılık

Bu küçücük kitap, senenin en tatlı keşiflerinden oldu benim için. Ağzım kulaklarımda, bir solukta okudum. Zaten tastamam 100 sayfalık, mini mini bir romancık.

Tabii konu İngiliz kraliyet ailesi ile alakalı olunca, hatta baş kahramanımız bizzat majesteleri Kraliçe 2. Elizabeth'in ta kendisi olunca, konu benim için 5 kat daha çekici hale geldi.

Kraliçe hazretleri sarayın bahçesinde itoşlarını gezdirirken, köpekler bir kamyonete havlamaya başlar. Özür dilemek için araca giden kraliçe, kamyonetin gezici bir kütüphane olduğunu öğrenir ve ayıp olmasın diye bir kitap ödünç alır. Sıkılsa da, O, alnında görev yazan kadınlardandır (Pollyanna'nın Polly teyzesini anımsayın) Kitabı sonuna kadar okur, bitirir. Bir hafta sonra iade etmek üzere gezici kütüphaneye kitabı geri verir ve ayıp olmasın diye yine kitap alır. Aldığı kitabı yutarcasına okur bu sefer. Ve işte bu andan sonra kraliçe aynen bizim gibi kitaplara aşık olacak, var gücüyle kitap okumaya koyulup devlet işlerini bile aksatır hale gelecektir.

Kraliçe Kitap Okuyor, kitap sevgisine, okuma aşkına dair yazılmış en müthiş metinlerden biri bence. Nefis bir şekilde esprili olduğunu da söylemek lazım. Pek sevdim.


"Vakit geçirmek mi?" dedi Kraliçe. "Kitapların vakit geçirmekle bir ilgisi yoktur. Kitaplarda başka yaşamlar vardır.Başka dünyalar vardır. Vaktin geçmesini istemek bir yana, Sir Kevin, insan keşke daha çok vaktim olsaydı der kendi kendine. İnsan vakit geçirmek istiyorsa Yeni Zelanda'ya gidebilir pekala."


13 Aralık 2012 Perşembe

Buz Gibi Soğuk (Ice Cold)

Tess Gerritsen, Doğan Kitap

Bir Jane Rizzoli polisiyesi. Rizzoli & Isles serisinin sekizinci kitabı.

Kitabımızı Ekim ayında çıktığı gibi almış ve bir nefeste okumuştum. Benim adıma hayal kırıklığı yaşatan bir roman olunca yazısını yazmayı erteledikçe erteledim. Ama yapacak bir şey yok. ben bu kitabı sevmedim. Bence Rizzoli & Isles serisinin en zayıf halkası, en sıkıcı olanı idi bu kitap. Tess ablanın yazdığı iki Rizzoli romanı daha var, bakalım onlar ne zaman yayınlanacak ve ne derece doyurucu olacaklar? Belki de problem serinin fazla uzamış olmasıdır. Yani bu kadınlar daha kaç tane evlere şenlik, korkunç cinayetle karşılaşabilirler, bilemedim.

Buz Gibi Soğuk, Maura'nın macerası. Bir konferansa katılan doktorumuz, eski bir arkadaşıyla karşılaşınca haftasonunda onunla kayak merkezine gitmeyi kabul eder. ne var ki, kar tipisine yakalanarak Stephen King romanlarından fırlamışa benzeyen bir köyde mahsur kalırlar. Kurtulmak için Maura'nın ümidi Jane tarafından bulunmaktır. Jane ise bölgede arkadaşını ararken bambaşka şeyler bulacaktır.

Sadece seriyi sıkı sıkı takip eden okurlara yönelik bir kitap. Diğerleri gönül rahatlığıyla uzak durabilir bence.



12 Aralık 2012 Çarşamba

Cehennem Çiftliğinden Kaçış

Barış Uygur, İletişim Yayınları

Bir Süreyya Sami polisiyesi. Serinin ilk kitabı Feriköy Mezarlığında Randevu'yu pek sevmemiştim. Fazla hafif ve havada kalmış gibiydi bana göre ilk kitap. Bu kitabı ise epey sevdiğimi söyleyebilirim. Kahramanımız Süreyya Sami yine bezgin, yine umursamaz gelgelelim, bu sefer elini epey bir taşın altına sokuyor ve bütün numaralarını kullanmaktan çekinmiyor. İlk kitapta hiç ısınamadığım Süreyya'yı bu kitapta sevdim ve belki biraz da bu yüzden, kitabı okurken pek keyiflendim.

İlk kitaptaki macera 2002 senesinde geçiyordu. Cehennem Çiftliğinden Kaçış, 2009 senesinde geçiyor. Süreyya Sami'nin eski dostu komiser Cemil'in güzel kızı Zeynep; Adnan hoca tarikatının eline düşmüştür. Cemil, Süreyya'dan kızını tarikatın elinden kurtarmasını ister. Tabii kitapta Adnan Hoca değil, Reis Efendi diye bahsi geçiyor, ama nalına mıhına epey vurun sahte hocanın ipliğini pazara çıkarıyor. Sadece o mu, günümüzün bir yığın popüler kültür malzemesini, kendi umursamaz tavrıyla itin götüne sokmaya çekinmiyor Süreyya Sami.  Bu yüzden de kitabı sevmiş olabilirim:)

Süreyya Sami, Zeynep'i kurtarmak için vargücüyle harekete geçip mahalledeki berber, kahveci, taksi şöförü gibi esnaf dostlarından yardım almaktan da çekinmiyor. Bu sefer gerçekten zehir hafiye haline gelen kahramanımız başını belaya sokmaktan da kaçınmıyor.

Pek zevkli bir kitap, cinayet değil kaçıp kovalamaca tarzında bir polisiye diyebiliriz. Bu kitabı okumak için ilkini okumanız şart değil, olaylar birbirinden bağımsız. Ama siz yine de okuyun Feriköy Mezarlığında Randevu'yu :)


11 Aralık 2012 Salı

Şeytan Ve Şair (The Shakespeare Chronicles)

John Underwood, Arkadya Yayınları

Şeytan Ve Şair, bir nevi Da Vinci Şifresi formülünü uygulayan bir roman diyebilirim. Müthiş, dünyayı sarsacak tarihi bir sır ve bu sırrı çözmeye çalışırken beklemedikleri tehlikeli durumların içine düşen kahramanlarımızın heyecanlı koşuşturmalarını okuyoruz romanda. Gelgelelim Da Vinci Şifresi ne kadar merak uyandırıcı, akıcı ve bulmacalarıyla ilgi çekiciyse; bu kitap o kadar sıkıcı, kopuk kopuk, meraksız maalesef.

Kitabımızın kahramanları gazeteci Jake Fleming ve kızı Melissa. Peşine düştükleri sır, Jake'in arkadaşı İngiliz profesör Desmond'ın yazdığı kitapta gizli. Ne var ki, Desmond kitabını Jake'e veremeden kitapla beraber ortadan kayboluyor. Jake ile Melissa da Londra'ya gelip, Desmond'ın kitabında ifşa ettiği sırrın ne olabileceğini araştırmaya başlıyorlar.

Kitabın Londra'da geçmesi güzeldi. Ama sanki yazar, Shakespeare hakkında bir araştırma yazacakmış da, aman biraz karakter biraz da diyalog ekleyip roman yapayım şunu demiş gibi geldi bana. Hareketi, aksiyonu, heyecanı eksik kalmış kitabın. o yüzden sevemedim, halbuki sevmeyi çok istemiştim. Biraz da anlatımı kopuk kopuk bulduğum için sıkılmış olabilirim. Edebiyat dünyasının Da Vinci Şifresini öğrenmek isteyenler, yine de okuyabilirler bu kitabı.



9 Aralık 2012 Pazar

AVM (The Mall)

S.L. Grey, İthaki Yayınları

AVM, fuardan büyük umutlarla aldığım bir romandı ve gerçekten beklediğim kadar iyi çıktı. Kitabı büyük bir iştahla okudum, okumadım da yuttum adeta.

Kahramanlarımız Rhoda ve Daniel iki ergen. Daniel, AVM'deki kitapçıda çalışan içine kapalı bir emo oğlan. Rhoda ise sıskası çıkmış bir keş, canki kız. Rhoda, alışveriş merkezinde, kafası uçmuş vaziyette, aslında kuzeninin baktığı, adını bile anımsamadığı çocuğu gezdirirken, oğlan ortadan kaybolur. Rhoda panikler, güvenlik ona yardım edemez. AVM kapanırken içeride saklanan Rhoda, geride kalan tek kişiyi, ezik oğlan Daniel'i zorla alıkoyar ve ikisi bomboş alışveriş merkezinde kayıp çocuğu aramaya koyulurlar. Fakat AVM tuhaf, fantastik bir labirente dönüşmüştür adeta ve gençler kendilerini korkunç bir oyunun içinde bulurlar.

AVM bence nefis bir fantastik macera. Rhoda ve Daniel'in macerasının özellikle ilk kısmında nefes nefese okudum kitabı diyebilirim. Maceranın ikinci kısmı farklı bir şekilde şaşırtıcıydı. Kitap bittiğinde ise çok canım sıkıldı, bir bu kadar daha olsa bayıla bayıla okurdum. Çok sevdim AVM'yi.