31 Temmuz 2012 Salı

Kaplanın Karısı (The Tiger's Wife)

Téa Obreht, Siren Yayınları

Genç doktor Natalia, savaşın parçaladığı Balkanlarda, sınırın öte tarafındaki ufak bir kasabaya çocuklar için ilaç götürmektedir. Yolda evi arar ve kötü haberi alır: Onu büyütmüş olan büyükbabası, kimselere haber vermeden evden ayrılmış; sonra ad sanı duyulmamış bir kasabada öldüğü haberi gelmiştir. Büyükbabanın bedenini yollamışlar ama kişisel eşyaları ortada yoktur. Natalia, hem savaşta yetim kalmış çocuklara aşı yapmalı, hem de adamın ölümündeki gizemi aydınlatmalıdır. Böylece genç doktorumuz, büyükbabasının anlattığı hikayeleri anımsar.

Kitaba 3 kere baştan başladım. Benim için kısa olmasına rağmen (355 sayfa) 2 haftada zor bitirdim, yer yer sıkıntıdan patladım, ama okumayı kafama koymuştum. Gencecik yazar çok başarılı, savaşın korkunçluğunu, yıkıcılığını, acımasızlığını çarpıcı şekilde anlatmış. Ama kitabın büyük kısmını bu kısımlar değil; büyükbabanın  anlattığı, Balkanlara özgü, tekinsiz, tuhaf hikayeler dolduruyor. Ve bütün bu hikayelerin, ya da büyükbabanın kaybolmasının bir sonucu yok. Daha doğrusu merak duygusu yok, hikayeleri okuyoruz ama sonunda merak ettiğimiz bir gelişme ya da ana hikaye yoktu, bence eksiklik bu idi.


Okumuş olanlar düşüncelerini paylaşırlarsa sevinirim.



29 Temmuz 2012 Pazar

Kitap Hırsızı (The Book Thief)


Markus Zusak, Encore Yayınları

Çeviri : Teri Erbeş


Küçük kitap hırsızımız : Liesel Meminger. Nazi Almanyası'nda, savaştan hemen önce evlatlık verilmiş küçük bir kız çocuğu. Münih'in Himmel mahallesindeki yeni evinde; üvey annesi sert, sevgi dolu Rosa ve kocası akordeon çalabilen boyacı Hans ile yaşamaya başlıyor Liesel. O her gece kabuslar görerek uyanırken, başında bekleyen üvey babası ona yavaş yavaş okumayı öğretiyor. Bir de Rudy var, komşu evin sarışın küçük oğlu. Liesel ile beraber Himmel mahallesinde büyürlerken, her fırsatta kızdan bir öpücük istiyor Rudy. Sonra savaş başlıyor.


Kitabımızın anlatıcısı Ölüm. İnsanlar ölünce gelip ruhlarını alan, omzuna vurup götüren şefkatli Ölüm. Çocukların ruhlarını kucağında taşırmış. Anlatıcı ölüm olunca, kitapta hep bir gerilim hissi oluyor haliyle ve sonuna kadar bıçak sırtında tutuyor bizi.


Liesel öyle kitapçıya girip hırsızlık etmiyor. Bildiğimiz anlamda bir hırsız sayılmaz. İlk çaldığı kitap, aslında bir mezarlıkta unutulmuş; Mezar Kazıcının El Kitabı. Okumayı bile bilmedği halde, kitaplara dayanamıyor Liesel. Sonunda, yeni evinde, geceler boyu kabuslar görüp uyanırken, üvey babası ona sabırla, yavaş yavaş okuma öğretirken, kelime kelime okuyor; satır satır okuyor bu kitabı. Defalarca okuyor. Okumak onun ruhunu iyileştiriyor.


Kitap sapsade, adeta şiirsel bir dile sahip. Himmel Sokağındaki hayatı, çocukların ve büyüklerin yaşam mücadelesini, savaşın etkilerini çok vurucu şekilde anlatıyor Ölüm bize. Öyle gereksiz duygusallıklar; üvey aile melodramı filan yok Kitap Hırsızı'nda. Hayatın, gerçeğin düpedüz kendisi var. Ve ışıl ışıl parlayan kitap sevgisi tabii.


Ne yazık ki artık baskısı yapılmasa da; bulması çok zor olsa da; kitapları seven herkesin Kitap Hırsızı'nı okuması gerektiğini düşünüyorum. Harikulade bir kitap. Ancak mutlaka Encore Yayınları çevirisini okumalısınız. Martı Yayınlarından çıkan yeni çeviri maalesef kitabı katletmiş.




22 Temmuz 2012 Pazar

Kar Kuyusu

Hikmet Hükümenoğlu, Everest Yayınları

Sevgili adaşım Aslısın'ın tavsiye ettiği Kar Kuyusu, yılın en güzel keşiflerinden biri oldu benim için. Kitap yeni değil, 2005'de basılmış. Yazarımız, Kar Kuyusu'ndan sonra 2007'de "Küçük Yalanlar Kitabı" ve 2010'da "47 Numaralı Kamara" isimli romanlarını yayınlamış ki, ikisini de hemencecik okunacak kitaplar listeme ekledim.

Kitabımız hafiften gerilim, birazcık romantik komedi, az buçuk cinayet romanı. Kahramanımız Nur, kocasını boşamış, işini bırakmış, gelmiş İstiklal Caddesi'nin ara sokaklarından birine takı dükkanı açmış. Bir kere kahramanımıza bayıldığımı söylemeliyim, hikaye Nur'un ağzından anlatılıyor ve okurken "aaa tıpkı ben" deyip durdum. Yazar, doğrusu pimpirikli bir kadının düşünüş şeklini mükemmel şekilde yansıtmış. Nur tıpkı çoğumuz gibi tam bir "kurkur", kafasından habire olmayan şeyler kurup dertleniyor. Başka evde, yabancı yataklarda yatmayı sevmiyor, ne bileyim, tıpkı benim gibi yağmurdan hiç hoşlanmıyor:

"Pis bir yağmur yağıyordu. Yıllar önce, hiç durmadan şiir okuduğum bir dönemde, yağmurun her çeşidini sevmenin çok romantik bir şey olduğunu düşünürdüm. Ama birkaç defa iliklerime kadar ıslandıktan ve kendimi hiç de romantik hissetmediğimi farkettikten sonra sadece tek bir cins yağmuru sevmeye karar verdim : bardaktan boşanırcasına, hatta kiremitleri kırarcasına yağan sağanak yağmur. O da, sadece evde battaniyeme sarınmış, sıcak kahvemi yudumlayarak pencereden dışarıyı seyrediyorsam hoşuma gidiyordu. Böyle günlerce yağan ve hayatımın bir parçası haline gelen pis yağmurların sevilecek hiçbir yanı yoktu. Hele akşam oluyorsa ve gideceğim yere ulaşmak için hiçbir vasıta bulamıyorsam, -ki bu havalarda vasıta bulabilen şanslı insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez- işte o zaman sadece yağmurdan değil, karşıma çıkan her şeyden nefret ediyordum."

Ara mahallede, pek popüler olmayan dükkanını ayakta tutmaya çalışan Nur, sokakta tuhaf insanların yaşadığını farkeder. Yavaş yavaş geçmişte yaşanan olayları öğrendikçe, tekinsiz bir maceraya, istemeden olsa karışmış bulur kendini.

Okuması pek zevkli geldi bana bu kitabın, çok severek hatta coşkuyla tavsiye ediyorum:)

Yazarın web sayfası : http://www.hikmethukumenoglu.com/



16 Temmuz 2012 Pazartesi

Muhteşem Gatsby (The Great Gatsby)

F.Scott Fitzgerald, Everest Yayınları

Canım Euphoric arkadaşım, blogunda çok güzel bir proje başlattı, proje için buraya tık tık

Euphoric, her ay 50 en klasikleşmiş kız romanından bir grup belirleyecek, bu gruptan istediğimizi seçip beğenip okuyarak 10 ay sonra 10 tane romanı okumuş olacağız. İlk grubumuz listedeki ilk beş kitap idi. Ben de Anne of Green Gables ile Pride and Prejudice'i okumuş olduğumdan, ve de Muhteşem Gatsby'i hep okumak istediğimden, bu kitabı seçip okudum.


Öncelikle kitabın inceliği karşısında pek şaşırdığımı söylemeliyim. Sadece 174 sayfa, hap gibi yuttum desem abartmış olmam. Kitabın çeşitli çevirileri mevcut, Can Yücel çevirisi bile var, ama Can Yücel kitabı alıp kendi üslubunda baştan yazmış gibi çevirmiştir diye onu istemedim. Kapağı da çok hoşuma gittiği için bu versiyonu seçtim. Püren Özgören çevirisi su gibi akıp gitti, memnunum yaptığım seçimden.

Hikayemizi taşradan New York'a gelen genç Nick Carraway anlatıyor. Nick büyük şehre gelip kendine ev bulmuştur, yandaki muzzam malikanede genç, egzantrik milyoner Jay Gatsby yaşamakta; her gece akılalmaz sıradışılıkta partiler verip malikaneyi panayır yerine çevirmektedir. Koyun karşı yakasında; tam Gatsby'nin malikanesinin karşısındaki malikanede ise Nick'in zengin kuzeni Daisy ile kocası Tom yaşamaktadır. Nick, Daisy'nin arkadaşı ve Gatsby'nin sırdaşı, golf şampiyonu Bayan Baker'dan etkilenir. Tom'un metresi Martyl ile tanışır. Bu birkaç kişi ile yaşadığı kısacık sürede başlarına gelenler; Nick'i zenginlerin gamsızlığından tiksindirecektir.

Bu kısacık kitabın hikayesi son derece canlı bir dilde anlatılmış, 20'li yıllar, kadınların kıyafetleri, caz çağı ve içkinin su gibi aktığı çılgın partiler gözlerimin önünde canlandı adeta. Nihayet bu kitabı okuduğuma memnunum.

Dahası, Moulin Rouge filminin yönetmeni, muhteşem Baz Luhrmann, bu kitabı filme uyarlamış, başrollerde Leonardo DiCaprio, Carrey Mulligan ve Tobey Maguire oynuyor. Baz Luhrmann müthiş yaratıcı ve renkli hayalgücüne sahip, görselliği mükemmel bir yönetmen. O Gatsby partilerini Baz Luhrmann'ın gözünden izlemek için sabırszlanıyorum doğrusu.




14 Temmuz 2012 Cumartesi

Hayalperestler (Woolgathering)

Patti Smith, Domingo Yayıncılık

Patti Smith'in anı kitabı Çoluk Çocuk, geçen yılın en sevdiğim kitaplarından idi. Bu yüzden büyük hevesle Hayalperestler'i edindim, okuyalı da epey oldu. Yazısı bir türlü çıkmadı ama, sanırım hayal kırıklığı yaşadığım için.

Hayalperestler ufacıcık bir kitap, karton kapaklı, şömiz ciltli olduğu için çok da güzel görünüyor. Ama bu tam manasıyla bir hatıra kitabı değil. Patti Smith kesik kesik bir kaç çocukluk anısından bahsediyor. Ama daha çok çocukluğunuzu düşündüğünüzde hissettiğiniz şeyleri, yarım yamalak anımsadığınız duyguları, ne bileyim o uzun yaz tatilinde, öğlen sıcağında evde uzanıp gökte uçuşan bulutları izlerken duyumsadıklarınızı anlatıyor. Tarif etmesi çok zor. Arada şiirler, mısralar, siyah beyaz fotoğraflar, hüzünlü bir kaç hatıra.

Değişik bir kitap, Hayalperestler. Çoluk Çocuk ile hiç mi hiç alakası yok. Alıp denemeden önce bu beklentiden kurtulmuş olursanız belki daha iyi olur.



13 Temmuz 2012 Cuma

Bir Çift Ayakkabı

Sunay Akın, İş Bankası Kültür Yayınları

Sunay Akın benim gözümde harika hikayeler anlatan bir adam. Herhangi bir objeyi ele alıp onun etrafında dönen sayısız minik, meraklı hikayeyi, tatlı talı anlatan bir öykücü. Ama anlattıkları hep gerçek hayattan çıkma öyküler ve hikayelerin ucu dönüp dolaşıp tanıdığımız meşhur kişilere bağlanıyor. Yazarın okuduğum bir diğer kitabı Ay Hırsızı nasıl aydede etrafında dönüp duruyorsa, Bir Çift Ayakkabı da papuçlar etrafında dönüyor. Yaşar Kemal'den Vincent Van Gogh'a; Sultan Abdülaziz'den Aşık Veysel'e sayısız gerçek kahraman bu hikayelerde başroldeler. Tüm bu öyküleri ise yazarımızın müthiş İstanbul aşkı çevreliyor.

Yaşadığımız yüzyıl ve yaşadığımız dünya hakkında kısa kısa enteresan bilgilerle dolu; zevkli; gerçek hayattan bilmediğimiz detaylarla süslü bu hikayeleri okumayı seveceksiniz sanıyorum.

Arka kapaktan :

Muhtaç olmasın diye, evden kaçan karısının ayakkabısının içine para koyan terk edilmiş koca kimdir? Van Gogh'un tablosunda ters çevirdiği ayakkabının sırrı...

Abdülaziz İstanbul'u dünyaya nasıl gezdirdi? Hayat ağacı'nın boyacı sandıklarındaki sureti...
Kız Kulesi, pabuçlarını nereye düşürdü? Galata Köprüsü'nden geçen en büyük ayaklara nasıl ayakkabı bulundu? Dünya'nın giriş kapısında kimlerin ayakkabıları duruyor?


Kıvrak hareketlerle oynatıyor kalemini Sunay Akın ve izini sürdüğü hikâyelerin her bir parçasını ustalıkla yerlerine yerleştiriyor. 


11 Temmuz 2012 Çarşamba

Kaos (All Cry Chaos)

Leonard Rosen, Epsilon Yayınları

Kaos, Tüyap'ta Epsilon Yayınları standında bir editörle yaptığım sohbetten sonra adamın ısrarıyla aldığım, hiç listemde olmayan bir kitap idi. Sonradan keşke almasaydım dedim ama boşuna dertlenmişim. Okuması zevkli, tam bir pazar günü polisiyesi çıktı Kaos.

Kahramanımız İnterpol ajanı Fransız Henri Poincare. Torun torbaya karışmış, deneyimli ajanımız Bosna'da toplu katliam yapan katil Banovich'i yakalamış ve hücreye tıkmıştır. Yeni görevi tuhaf şekilde öldürülen bir matematikçinin davasını araştırmaktır. Vargücüyle izlerin peşine düşen ve matematik dünyasının içine dalan Poincare'nin düşünmesi gereken bir dert daha vardır. Katliamcı Banovich, dışarıda gezen kiralık katillerini Poincare'nin ailesinin peşine salmıştır.

Özellikle mutlaka okuyun demem Kaos için, ama polisiye severler için gayet iyi bir seçim. Daha önce hiç interpol ajanı macerası okumadığımdan, o yönden de hoşuma gittiğini söyleyebilirim. Matematikçiler ise daha da çok sevecektir Kaos'u.





8 Temmuz 2012 Pazar

Sisle Gelen Yolcu (Le Passager)

Jean Christophe Grange, Doğan Kitap

Grange'nin yeni kitabı oldukça kalın, yazıları da minik. Okumak bütün bir Cumartesimi aldı haliyle. Bordeaux, Marsilya, Nice ve Paris şehirlerinde geçen heyecan dolu takip öyküsü, sonuna kadar devam eden gerilimli merak duygusu kitabı zevkle okutuyor tabii. Sadece atmosfer beni biraz boğdu, en karanlık, kısa kış günlerinde, melankolik Fransız kentlerinde, bir kaç haftalık bir zaman diliminde geçiyor romanımız. Grange atmosferi gayet güzel oluşturduğu için o karanlık kış havasını yaşadım adeta, pırıl pırıl yaz gününde içime sıkıntı bastı havadan, belki de kitabı kışın okumak daha iyi olacaktı

Kitapta gelişmeler diğer Grange romanlarındaki gibi şaşırtarak ilerliyor, o yüzden fazla bahsetmemeyi doğru buluyorum. Kısaca 2 harika ana kahramanımız var, gencecik kadın baş komiser Anais ve zeki psikiyatrist Mathias. Olaylar Bordeaux'da işlenen akıl almaz, mitolojik esintili bir cinayetle başlıyor. Ve katilin peşinde Fransa kentlerinde soluk soluğa kaçıp kovalamaca başlıyor. Kitabın büyük kısmını kapsayan ve çok zevkli okunan kaçış macerası aklıma The Fugitive Doktor Kimble'ı getirdi biraz. 


Bu romandaki cinayetler mitolojiden etkilenmiş sahneler şeklinde işlenmiş. Bu yüzden konu içinde Yunan mitolojisinden bol bol bahsedilmiş. Benim gibi bu konuyu sevenlere kitabı daha bir lezzetle okutuyor bu detaylar.

Kitabın finali ise azıcık oldu bittiye gelmiş gibi hissettim. O kadar uzun ve detaylı macera pıt diye bitiverdi. Her halükarda açıkta kalan hikaye yok, her şey bir güzel toparlanıp açıklanıyor.

Sisle Gelen Yolcu, Grange'den hayal kırıklığına uğratmayan çok sağlam, ağır bir kitap. Kurgusu mükemmel. Çevirisi mükemmel. Atmosferi karamsar, belki parlak yaz güneşinde değil ama Ekim-Kasım aylarında okumak daha rahat olabilir.



1 Temmuz 2012 Pazar

Şah Mat (Scacco Alla Regina)

Mario Mazzanti, Sonsuz Kitap

Kahramanımız Clasp, suç psikiyatrisi uzmanıdır. Çapraşık davalarda, olay yerini inceleyerek katilin ve kurbanın psikolojik kimliklerini çıkartarak polise yardımcı olmaktadır. Şehirde genç ve yalnız yaşayan bir kadın hunharca katledilince Clasp polisle beraber olay üzerinde çalışmaya başlar. En olası katil adayı, maktulün sevgilisi gibi görünmektedir ama adam o gece elektrikler kesilince asansörde kapalı kalmıştır.  Çok geçmeden aynı vahşi yöntemle bir kız daha öldürülür. Korkunç bir seri katil şehirde kol gezmektedir. Katil, güzel haber programcısı Greta ile iletişim kurup Greta ve Clasp'i korkunç bir satranç oyununun içine çeker, Şah mat olduğunda biri daha ölecektir.

Şah Mat pek hevesle okumaya başladığım bir kitaptı, belki de beklentim çok olduğu için fazla beğenmedim kitabı. Dili, anlatımı akıcı evet; polislerin olayı çözmeye çalışmaları; cinayetler karşısında ağzının suyu akan medyanın işleyişi, bütün bunlar gayet gerçekçi anlatılmış. Yine de ben heyecanlanamadım kitapta, bir unsur eksikti ama ne olduğunu bilemedim. Belki hiç bir karakterle kendimi özdeşleştiremediğim için, salt televizyonda bir program izler gibi okuduğum için kitabı ısınamamışımdır. Kitapta benim için heyecan duygusu eksikti. Pek sevdiğimi söyleyemeyeceğim. 

Siz sevdiniz mi Şah Mat'ı?