30 Nisan 2016 Cumartesi

Bonzai (Bonsai)


Alejandro Zambra, Notos Kitap

İspanyolca'dan çeviren : Çiğdem Öztürk



Minik ve çok güzel bir kitap. Çevirinin de şahane olduğunu söylemeliyim. Çok sevdim.


Bonzai, Julio ve Emilianın hikâyesiyle yoğrulan ufacık ve zarif bir roman, tıpkı bonzailer gibi. Onların birliktelikleri yalnızca cinsel ya da duygusal değil, aynı zamanda edebi. Her gece sevişmeden önce birbirlerine şiirler, romanlar, öyküler okuyorlar. Falubertin Madame Bovarysinden Yukio Mişimanın Altın Tapınakına, Perecin Uyuyan Adamından Raymond Carverın öykülerine... 



Ağaçların Özel Hayatı (La vida privada de los árboles)


Alejandro Zambra, Notos Kitap

İspanyolca'dan çeviren : Çiğdem Öztürk


Ağaçların Özel Hayatı, Verónica’nın resim kursundan dönmeyişiyle başlıyor. Öğretmen ve pazar günü yazarı Julián’ın önce küçük Daniela’yı uyutmak için anlattığı doğaçlama hikâyeler olarak. Bekleyiş uzadıkça Julián hikâyeleri istemsizce kendi hayatlarına döndürüyor. Anımsayışlarla, çağrışımlarla, gözlemlerle ve bunlardan yaratılmış bir gelecekle, Daniela’nın geleceğiyle dolu özel hayatlar Verónica’nın yokluğuyla şekilleniyor, her sözcüğünde onun dönüşünü bekliyor.

Pıt diye okunan, kısa bir metin.


“Kitap o dönene ya da Julián onun dönmeyeceğine emin olana dek sürüyor.” 




Intermezzo


Fikret Adil, Sel Yayıncılık


Kitap 1955 senesinde yazılmış ve 1930'ların Istanbul'unda geçen yasak aşk öyküsünü anlatıyor. Tabii dili biraz eski moda. Fakat şehrimizin o yıllarına merakınız varsa hoşça zaman geçirebilirsiniz bu kitapla. Beni en çok şaşırtan Sarıyer'deki havalimanı oldu. Şaka değil, 1930'larda Büyükdere'den Yunanistan'a deniz uçağı seferleri düzenleniyormuş.




25 Nisan 2016 Pazartesi

BUGÜN BİZE KİM GELDİ


Sezgin Kaymaz, April Yayınları


Sezgin Kaymaz'ın yeni kitabının bir hikâye kitabı, isminin de "Bugün Bize Kim Geldi" olacağını öğrendikten sonra heyecanlı bekleyiş başlamıştı. Nihayet April Yayın, kitabın raflara olacağını duyurduğu vakit ise, bekleyiş sabırsızlığa dönüştü.


Gelgelelim, geçen hafta İzmir'de Tüyap Kitap Fuarı düzenlenmişti ve kitap öncelikle fuara gitmiş; İstanbul'daki kitapçılara dağıtılmamıştı henüz. Perşembe günü iş seyahatine çıkmadan kitabıma kavuşmayı o denli çok istiyordum ki, sonunda pek sevgili April ekibi, "ofisimize gelin, kitabımızı hediye edelim" deyince dünyalar benim oldu! Tin tin ofisten kaçıp bulduğum ilk taksiye atlayarak April'e geldim ve sevgili Nazlı Berivan Ak bana 2 tane birden "Bugün Bize Kim Geldi" hediye etti. Yeni bir Sezgin Kaymaz kitabına her kavuştuğumda yaptığım gibi, sevinçten zıp zıp zıpladım. Ve tabii o akşam eve gelir gelmez okumaya başladım kitabı. Seyahate giderken, otelde ve dönüş yolunda olmak üzere üç kere okudum öyküleri.


Kitabımızda sekiz hikâye var, Sezgin Kaymaz kitabı bir kere daha mektupkardeşlerine adarken; onlarla (bizlerle) paylaştığı hikâyeleri gün yüzüne çıkartıyor. Bence, hiç olmadığı kadar kendini su yüzüne çıkartıyor bu kitapta Sezgin Kaymaz. İnanılmaz bir açıklık ve cesaretle kendini anlatıyor, bu denli açık kalpli ve yürekli oluşuna hayran kaldım açıkçası.


Kitaptaki hikâyeler Sandık Odası'ndaki gibi uzun uzun, çok zevk alacaksınız okurken.


-Yanlış Anlama Ömer Faruk
-Sen Söylemezsen Ben De Söylemem
-Tercüme Sanattır
-Sokakta Köpekler Evlenir : Bir saat güldüm, üç kere okudum yine güldüm. Sezgin Kaymaz kapıp koyvermiş, harikulade.
-Tanrım, Kötü Kullarını...
-Ben Çok Sinirliymişim
-Bugün Bize Kim Geldi : En çok koyan bu, sebebi var.
-Sevgili Mektupkardeşim


Sevgili Sezgin Kaymaz. Bizim olduğun için, yazdığın için, hikâyelerini bizimle paylaştığın için sonsuz teşekkürler!


Ne bir ses ne bir soluk, iş bitince çekip gitti hep roman kahramanları, o kadar özledim.

Bir de gitmeyenler vardı.

Mektupkardeşlerim.

Yazdık, cızdık, ağladık, gülüştük sayfalar dolusu.
Buradaki hikâyeleri paylaştık... ve dostluğu, içtenliği, dürüstlüğü.

Gözünüz kahraman görsün; benim en fantastik kahramanlarım onlar.

Hiçbirini özlemeyeceğim, çünkü hiç gitmeyecekler.

İyi ki varlar,

Ne güzel varlar...

Bir kere daha


Mektupkardeşlerime...



17 Nisan 2016 Pazar

Mezbaha 5 (Slaughterhouse-Five)


Kurt Vonnegut, April Yayınları

Çeviri : Algan Sezgintüredi


Pıt diye okuduğum ve en sevdiğim Vonnegut kitabı Mezbaha 5 oldu. Keşke daha uzun olsaydı dedim. Sayfaların arasından Bay Rosewater'ın çıkagelmesi ise çok hoşuma gitti.

Kurt Vonnegut, Batman'deki Joker'in iyi kalpli ikizi gibi. Beyne şerbet dökerken, kalbe kezzap saçıyor! Tüm zamanların en büyük savaş karşıtı romanlarından Mezbaha 5'te, Dresden bombardımanı merkezinde bir zaman yolculuğuna çıkıyoruz.

Billy Pilgrim beceriksiz bir zaman gezgini; nereye gideceğini kontrol edemiyor ve seyahatleri eğlenceli falan geçmiyor. Hayatının hangi kısmında kendini oynayacağını önceden bilemediğinden, sürekli sahne korkusu çektiğini söylüyor. Billy Pilgrim bir savaş esiri. Güzel ve yaşanabilir bir kentin mahvına tanık oldu. Tanıdığı biri, başkasına ait bir demliği aldığı için vuruldu Dresden'de. Bir diğeri, şahsi düşmanlarını savaştan sonra kiralık katillere öldürteceği tehdidini sahiden savurdu.

Unutmayın: Hepsi yaşandı bunların. Aşağı yukarı. En azından savaş kısımları gerçek.İnsanlığın merkezine yapılan bu zaman yolculuğu, hayatın anlamını arayan fakat bulmaya korkan herkes için benzersiz bir rehber.



15 Nisan 2016 Cuma

Allah Senden Razı Olsun Bay Rosewater (God Bless You, Mr Rosewater)


Kurt Vonnegut, Can Yayınları

Çeviri : Sinan Fişek


Eliot Rosewater'la tanışın: müthiş varlıklı Rosewater Vakfı'nın vârisi ve başkanı, gönüllü itfaiyeci, bilimkurgu hayranı. Kendisi milyon dolarları elinin tersiyle iterek insan doğasına dair soylu bir deneye başlamak için kolları sıvadı. Acaba avukatlık bürosunda çalışan uyanık genç, onun deliliğini tescil ettirip vakfın kontrolünü elinden alana kadar başarılı olabilecek mi? Belki Kurt Vonnegut külliyatının vazgeçilmez karakteri, yazar Kilgore Trout'un yardımıyla...


Okudum ama çok anlayamadm, birinin bana Kurt Vonnegut'u anlatmasına ihtiyacım var. Bu adamı kavramak istiyorum dostlar.





10 Nisan 2016 Pazar

Siyah Bira


Vassilis Danellis, Labirent Yayınları

Yunancadan Çeviren : Mustafa Fotumacı


Kahramanımız Andreas, Atina sokaklarında gitar çalarak geçinmeye çalışan, ekseri bir bira parasını zor toplayan, sadece gitarını seven depresif bir genç. Bir gece sokakta gösteriler yapan Lazaros ile barda karşılaşıyorlar. Lazaros fütursuzca para harcıyor, bir sürü bira ısmarlıyor Andreas'a. Ertesi gün bir takım olaylar sonucu Andreas kendini morgda, Lazaros'u teşhis ederken buluyor. Üstelik kimi kimsesi olmadığından, cinayet değil intihar denerek kimsesizler mezarlığına gömülecek Lazaros. Bunun üzerine Andreas kendi imkanları ile katili aramaya koyuluyor.


Güzel bir acemi hafiye romanı Siyah Bira. Yine gayet sıradan, hatta toplumun dışlanan, gariban kesiminden bir kahramanımız var; kendince insanları sorguya çekip ipuçları peşinden koşarak olayı aydınlatmaya çalışıyor. Atmosfer çok tanıdık, Atina vr insanların genel haleti ruhiyesi  de gayet bizden. Hiç yabancı bir şehirde hissetmedim kendimi, sanki Istanbul'da, Kadıköy'de, Şile'de filan dolaşıp duruyordu Andreas.


Keşke kitapta birazcık, azıcık mizah unsuru bulunsa idi. Benim zevkime göre Andreas fazlaca karamsar ve depresif. İyimser hiç bir şey yok hikayede. Belki olayların Mart soğuğunda, pek fena havada geçmesi de böyle hissetmeme neden olmuştur.



9 Nisan 2016 Cumartesi

Cadıbostanı Cinayeti


Esra Türkekul, Mylos Kitap


O güzelim Kapalıçarşı Cinayeti'ni okuyalı üç sene olmuş. O denli keyifli bir polisiye kitaptı ki, anımsadıkça sanki dün okumuşum gibi hâlâ gülümsüyorum, özellikle de Berna'nın halka açık yerlerde kakasını yapan adi insanlar hakkındaki yorumuna:)


Açıkçası Kapalıçarşı Cinayeti'ni bitirir bitirmez Berna'nın yeni bir macerasını okumak istemiştim. Sonsuz bekleyişimiz nihayet sona erdi ve artık enikonu dedektifliği ilerletmiş becerikli kahramanımıza kavuştuk.


Berna depresyondan çıkmış, hatta azıcık kilo vermiş ve pek isabetli bir kararla viskiye dadanmış. Aferin kız! Evinin hemen ilerisinde, Caddebostan sahilinde bir ceset bulunduğunu işitince, içinde bulunduğu amaçsız boşluktan sıyrılmak için bunu fırsat biliyor ve kendi başına katili bulmak üzere harekete geçiyor. Kitabımız pek hoş şekilde, senin benim gibi sıradan bir kadının dedektifliğe soyunursa vakayı nasıl araştırabileceğini gösteriyor. Herhangi bir polis desteği ya da bilgisayar uzmanlığı, iz sürücülük gibi yeteneklere sahip dedektiflik bürosu elemanları olmadan, Bernacık akıl yürüterek ve tabana kuvvet delil peşinde koşarak katili bulmak için uğraşıyor. Tabii yine Berna'nın, dolayısıyla yazarımızın o pek samimi ve son derece eğlenceli dilinden okuyoruz bu serüveni. 


Berna'nın ilk kitapta evde olmayan tombiş teyzesi de ev ahalisine katılmış bu kitapta ve pek tatlı cadı bir tip olmuş. Saha ajanı olarak harikaydı:) Cinayet silahı ise bana Katilin Şeyi kitabını anımsattı. 40 yıl düşünsem böyle bir şey aklıma gelmezdi:)


Bayıldım, son derece eğlenceli, nefis bir polisiye Cadıbostanı Cinayeti. Bu kitabı okumak için ilk macerayı okuma şartı yok, hikayeler tamamen birbirinden bağımsız. Ama ben Kapalıçarşı Cinayeti'ni de mutlaka okumanızı öneririm. Esra Türkekul'un samimi ve esprili anlatımına bayılacaksınız.


"Estağfurullah, anne yarısı ne demek, sen anne iki katısın teyzeciğim."

"Su ve sabunun en az iki yüz metre mesafedeki umumi helada olduğu bu ortamda, çiğ tavuk etindeki bakteri popülasyonunun süratle ürediğini gözlerimle görmüş kadar oldum."

"Yetişkin bir kadın olarak, cinsel cazibemle hitap ettiğim yegâne kitlenin birkaç yıl sonra çişini tutamayacak olması böğrüme bir hançer gibi saplansa da bu düşünceleri aklımdan kovaladım."

"Ben de abazayım ama onun gibi ağlak değilim. Kardeşim sen de kendini alkole vursana, her düşünceli insan gibi. Neden milletin beynini yiyorsun?"





3 Nisan 2016 Pazar

Kedi Beşiği (Cat's Cradle)


Kurt Vonnegut, April Yayınları

Çeviri : Ekin Uşşaklı


Kahramanımız John, ki kendini Jonah diye çağırmamızı tercih ediyor; bir zamanlar Dünyanın Sona Erdiği gün diye bir kitap yazmak için malzeme toplayama başlamış. Kitabında atom bombasının patladığı gün önemli insanların ne yaptıklarını dil getirecekmiş. Araştırmalar yaparken atom bombasını yaratan Dr Hoenikker'in çocuklarına ulaşır, biri hariç. Frank Hoenikker, San Lorenzo Cumhuriyeti denen kayalık bir ada ülkesinde yaşamaktadır.


tesadüf bu ya, Jonah'a bir dergi San Lorenzo hakkında makale yazması için sipariş verince, kahramanımız kendini Bokononculuk dininin doğduğu memlekette buluverir ve Frank ile karşılaşır.


Tuhaf tiplerle dolu, dini, devleti, toplumu hicveden bir kitap. Dili çok akıcı. Ben bu tarz mizahtan pek haz etmiyorum, o yüzden çok sevmedim.



2 Nisan 2016 Cumartesi

Ay'da 172 Saat (DARLAH : 172 timer pa manen)


Johan Harstad, İthaki Yayınları

Çeviri : Ezgi Dikici


Hemen söyleyeyim, gayet tırt bir kitap. Güya Nasa Ay'da üs kurmuş, hem de 1969'da; şimdi bu üsse geri dönmeye bahane olsun diye 3 tane ergen seçip çocukları uzaya fırlatıyorlar.


Hey yavrum hey, uzaya çıkan astronotların senelerce nasıl eğitim gördüklerini düşünürsek, kitap zaten burada saçmalamaya başlıyor. Yine de enteresan olabilir diye okudum ama sevmedim. Anlatımı da çok yüzeysel.