30 Kasım 2012 Cuma

Clearwater Günlükleri (The Clearwater Diaries)

Al Rennie, Altın Bilek Yayınları


Bu kitabın tanıtımı aklımı çelmişti, baş kahramanımızın hiç mi hiç alışılmadık tarzda bir dedektif olduğu ileri sürülüyordu arka kapak tanıtımında. Halbuki kitap bence klişeden kırılıyordu. Travmatik olay neticesinde yerini yurdunu terketmiş geçkince bir dedektif - ki bu kahramanımız Joe oluyor, feleğin çemberinden epeyce geçmiş, altın kalpli sarışın garson kız, ne bileyim yardımsever tatlı kaçık, yaşlı komşu teyzeler.. Ama bunların beni rahatsız ettiğini söyleyemem, çünkü eğlenceli üslubuyla sıkmadan kendini okutuyor kitap. Maalesef beni rahatsız eden, her sayfada rastladığım yazım hataları oldu. Bir değil, beş değil, hemen her sayfada bir yazım hatası... Kitaplar mükemmel olmak zorunda, o kadar yazılmış, tercüme edilmiş, gözden geçirilmiş, baskıya dökülmüş bir eserde bu denli hata nasıl gözden kaçar anlamak mümkün değil.

Onun dışında kitap fena değildi, hiç bırakmadan okudum. Kahramanımız Kanada'dan Florida'nın Clearwater kasabasına geliyor, garson kız Mia'ya aşık oluyor ve beraber Mia'nın faili meçhule kurban giden küçük kız kardeşinin cinayetini çözmeye çalışıyorlar.

Kitapta hoşuma giden unsur, perde arkasından Joe'yu takip edip gerekli gördüğünde desteğini esirgemeyen erkek kardeşi Frank idi. Frank'ın kim olduğu ne yaptığı belli değil, mafyozik bir tip. Ama Ezel'deki Dayı gibi perde arkasından kahramanımıza yardımcı olan güç sahibi biri, onun varlığını sevdim bu kitapta.

Baştan aşağıya yazım hatalarıyla dolu olmasıyla hayal kırıklığı, kendisi de Amerikanvari bir polisiye, yine de  seriye devam ederim sanırım.



28 Kasım 2012 Çarşamba

Sesler (Röddin)

Arnaldur Indridason, Doğan Kitap

Bir Reykjavik polisiyesi. Arka arkaya okuduğum İskandinav polisiyelerinden bir diğeri Sesler. Roman, Reykjavik'de, şehrin en büyük otelinde kapıcılık yapan, her yıl da Noel partisi için Noel Baba kılığına giren Gulli'nin cesedinin bulunması ile başlıyor. Adam 20 senedir otelin bodrum katında hücre gibi bir odada bir başına yaşamaktadır, kimse onu yakından tanımaz, ne yapıp ettiğini, nasıl bir adam olduğunu bilmezler, Gulli sadece kapıcıdır işte. Ailesi, arkadaşı yoktur...Onca senedir yaşadığı ufacık odada adamakıllı bir eşyası bile bulunmaz.


Dedektiflerimiz Noel curcunasında, bir yandan tuhaf cinayeti çözmeye çalışırken, beri yandan kendi kusurlu hayatlarıyla başetmeye uğraşırlar.

Sade, akıcı bir anlatımı var Sesler'in. Üslubuna sert bile diyebiliriz. Daha doğrusu epey gerçekçi meselelerden sakin sakin, açık sözlülükle bahsedince biraz sert gelmiş olabilir. Kitapta bir de İzlanda isimlerini takip etmek azıcık zoruma gitti. Mesela dedektifimizin adı Erlendur.. Neden onun tek ismi var da bazılarının (Misal yardımcısı Sigurdur Öli gibi) 2 ismi var, soyadı kanunu yok mu canım bunlarda, zaten telaffuzu da zor diye kendi kendime meraklanıp durdum.

Zevkle okudum, hiç bir cıvıklığa yer vermeyen güzel bir polisiye. Sevdim.


26 Kasım 2012 Pazartesi

Buz Prenses (Isprinsessan)

Camilla Lackberg, Doğan Kitap


Uzun süredir çok satanlar listesinde gördüğümüz bir kitap Buz Prenses. Orada olmayı da hakediyor diye düşünüyorum. Oldukça akıcı ve heyecanlı buldum bu polisiyeyi.

Zaten İskandinav polisiyelerini çok sevdiğimi farkettim. Amerikan dedektif klişeleri olmuyor bunlarda genellikle. Karla kaplı ıssız kasabaların köhne karakollarında; orta halli hakiki polisler vakaları çözmeye çalışıyorlar. Kuzeyli dostlarımızın öyle acayip teknolojik araçları, herşeyi şıp diye ortaya döken bilgisayar yöntemleri yok. Araştırma yapıyorlar, oflaya puflaya bir sürü evrak okuyorlar, ahaliyi soruşturuyor ve geçmişi eşeliyorlar. Böyle eski usul yöntemlerle davayı çözmeye uğraşıyorlar.

Buz Prenses de benzer bir hikayeyi anlatıyor bize. Erica, ebeveyninin ölümüyle yıllar sonra doğup büyüdüğü kasabaya geri döner. Daha ilk günlerde, feci bir rastlantıyla çocukluk arkadaşı Alexandra'nın cesedini bulur. İlk bakışta güzel kadın intihar etmiş gibi görünse de, Alex'in annesi buna inanmaz; başarılı bir yazar olan Erica'nın bu olayı incelemesini talep eder. Becca'nın çocukluk arkadaşı Patrik, kasabanın karakolunda dedektif olarak çalışmaktadır. Çocukluk günlerinden sonra ilk kez bir araya gelen ikili, Alex'in ölümünü araştırmaya koyulurlar.

Konu itibariyle tanıdık gibi aslında, yıllar sonra kasabaya dönen kadın, çocukluk aşkı, cinayet... Okuması ise bana oldukça zevkli ve meraklı geldi. Gece 1'e kadar uyumayıp bitirdim romanı. Üslubu gayet akıcı ve hikayesi merak uyandırıcıydı. Hikaye gelişirken sadece Erica'yı değil diğer kasaba insanlarını da anlatması kitabı zenginleştirmiş diye düşünüyorum.

Sevdim.



23 Kasım 2012 Cuma

Tavan Arasındaki Buda (The Buddha In The Attic)

Julie Otsuka, Domingo Yayınevi


Domingo Yayınevi son zamanlarda en zevkle okuduğum kitapları basıyor, Tavan Arasındaki Buda yine bir nefeste okuduğum oldukça çarpıcı bir kitap.


Kitabımız, 1900''lerde, anlaşmalı evliliklerle Japonya'daki köylerini terkedip ne dilini ne adetlerini bildikleri Amerika'ya göç eden Japon gelinlerin hikayesini anlatıyor. Bu gelinlerin elinde sadece birer fotoğraf vardır, bu fotoğrafların 20 sene önce çekilmiş olduklarını, kocalardan gelen romantik mektupların parayla bu işin ehli adamlara yazdırıldığını bilmezler. San Fransisco'da gemiden indiklerinde, Amerika'da refah içindeki evlerinin hanımı olacaklarını zannederler, kocalarıyla tarlada çalıştırılmak üzere bu ülkeye geldiklerinden haberleri yoktur.

Kitabın tamamı birinci çoğul şahısla yazılmış. Şöyle ki:

“Kocalarımızı ilk gördüğümüzde onları kesinlikle tanıyamayacağımızı bilmiyorduk. Bize gönderilen fotoğrafların yirmi yıl önce çekildiğini bilmiyorduk. Bize yazılan mektupların kocalarımız değil, mesleği yalan söyleyip gönülleri fethetmek olan, güzel el yazılı kişiler tarafından yazıldığını bilmiyorduk. Suyun ötesinden isimlerimizle bize seslenildiğini ilk duyduğumuzda birimizin eliyle gözlerini kapatıp arkasını döneceğini ama diğerlerimizin başlarımızı öne eğip kimonolarımızın eteğini düzelterek sakin ve ılık güne adım atacağını bilmiyorduk. Burası Amerika, diyecektik kendimize, endişelenmeye gerek yok. Ve yanılmış olacaktık.”


Bu alışılmadık tarz hiç rahatsız etmediği gibi,  okunması inanılmaz rahat bir üslup yaratmış. Tek bir karakterin değil; bütün o kadınların hikayesini dile getirebilmiş bu şekilde yazar. Japon gelinlerin yaşamı sayfalardan şiir gibi, su gibi akıp gidiyor. Domingo da çok güzel bir baskı yapmış, şömiz ciltli, küçük kıymetli bir kitap hazırlamış.

Çok çok sevdim bu özel kitabı.


22 Kasım 2012 Perşembe

Ö.T.E.K.İ.(Gizli Topluluk) LOS O.T.R.O.S.(Sociedad Secreta)

Pedro Mañas, İletişim Yayınları


Franz dünyanın en sıradan çocuğudur. Diğer sıradan çocukların arasında göze batmadan, yuvarlanıp gitmektedir. Göz doktoru fena haberi verince dünyası değişir. Sol gözü tembelleştiği için sağ gözüne bandaj kapatılacaktır. Franz okulda bir anda Öteki olmuştur, basket takımına çağırılmaz, sınıfta arkasından Mortgöz diye dalga geçerler... Tenefüste tek başına bahçenin köşesinde dikilirken, aynı kendi gibi tek başına diğer köşelerde dikilen çocukları farkeder... Dişlek, şişman, dörtgöz, sırık... hepsi de dışlanmış, hepsi de ötekidir bu çocukların. Ve nihayet bir araya gelip gizli örgütlerini kurma vakti gelmiştir.

ÖTEKİ mükemmel bir çocuk kitabı. İçindeki çizimler pek sevimli. Okul yıllarında herhangi bir sebepten ötürü dışlanmış veya kendini yalnız hissetmiş herkes bu kitapta kendinden bir parça bulacaktır.

Örgütlenen Tuhaf Erkekler Kızlar İleri!




21 Kasım 2012 Çarşamba

İtalyan Düğünü (The Italian Wedding)


Nicky Pellegrino, Doğan Kitap

Londra'da yaşayan İtalyan Martinelli ailesi heyecanlı günler geçirmektedir. Küçük kız Addolorata'nın düğünü yaklaşmakta, gelinlik tasarımcısı abla Pieta, kız kardeşine mükemmel gelinliği hazırlamaya çalışmaktadır. Bu çalkantılı günlerde babasının can düşmanı DeMatteo ailesinin biricik oğlu yakışıklı Michele'nin ilgisi Pieta'nın kafasını karıştırır. Bu aile ile bırak konuşması, aynı kaldırımda bile yürümesi zinhar yasaktır çünkü. Bu kadim düşmanlığın sebebini öğrenmeyi aklına koyan Pietacık, tavanarasında İngiliz anneleri Catherine ile Addolorata'nın gelinliğini dikerken, annesinden ailesinin hikayesini öğrenir yavaş yavaş.

İtalyan Düğünü hafif, tatlı, basit bir kitap. Pazar günü için ideal mesela. Öyle sulu zırtlak bir aşk romanı da değil. Daha çok İtalya'ya ve ailenin tarihçesine adanmış bir roman. Tabii söz konusu İtalyanlar olunca, sayfalardan buram buram spagetti, köfte, fesleğen, lazanya kokuları taşıyor. Resmen kitabı yalana yalana okudum:) Adamların yeme-içme zevki kitapta pek güzel anlatılmış.

Hafif eğlencelik okuma olsun ama öyle basmakalıp aşk romanı olmasın diyenler için tavsiyem İtalyan Düğünü.



19 Kasım 2012 Pazartesi

Mucize Tatlı (Il conto delle minne)

Giuseppina Torregrosa, Doğan Kitap


Mucize Tatlı, Sicilya'nın Azize Agata'sına adanmış meşhur bir yiyecek, bembeyaz bir çift meme şeklindeki bu tatlılar 5 Şubat günü hazırlanıyor. Romanımızın kahramanı ve anlatıcısı; adını bu azizeden alan Agata; büyükannesinden bu tatlıları yapmayı öğreniyor (hep çifter çifter),  büyükannesi ailede kuşaktan kuşağa aktarılan gizli tarifi Agata'ya miras bırakıyor ve tatlıları her sene doğru düzgün yapmasını vasiyet ediyor. Çünkü bu beyaz minik şeyler, Agata'nın (ve memelerinin) koruyucusu olacaktır ömür boyu.

İşte bu tatlıdan yola çıkıp, Agata'nın nesiller boyu Sicilya'da yaşamış ailesinin demirbaşı kadınların hikayesini anlatıyor romanımız. Kocaman, bembeyaz memeli büyük-büyükanneler, tahta memeli ama muhteşem popolu yengeler, üç memeli teyzeler derken Agata'nın öyküsü ile tamamlanıyor çember.

Nesilden nesile anlatılan aile tarihiyle; bana biraz Ruhlar Evi'ni anımsattı Mucize Tatlı, o kadar epik ve büyülü değil tabii. Esprili bir anlatımı var ama zaman zaman epey hüzünlü. Çoğunlukla çok samimi ve gerçekçi buldum kitabı; özellikle Sicilya ve Sicilyalı kadınların yaşamına dair anlattıklarından zevk aldım ben. Oralara gitmek, ağır ağır keyifle makarna yiyip şarap içerken dobra kadınlardan cesur öğütler dinlemek istedim.

Bilhassa İtalyan hayatına, Akdeniz kültürüne ve Sicilya'da yaşamaya dair anlattıklarıyla oldukça keyifle okuduğum bir roman.


11 Kasım 2012 Pazar

Monte Cristo Kontu (Le Comte de Monte-Cristo)

Alexandre Dumas, İthaki Yayınları

Aysen Altınel'in tam metin çevirisi, 1042 sayfa.


İthaki Yayınlarının eşsiz tam basım Monte Cristo çevirisini yıllardır okumak istiyordum. Sonunda bir fırsattan faydalanıp bu efsane romanı edindim. Önce babam okudu kitabı, hala anlata anlata bitiremiyor. Çünkü bu versiyon gerçekten önceden karşılaştıklarımız gibi değil. Misal benim ilk okuduğum versiyon Timaş Yayınlarının tıraşlanmış ve epey tutucu bir dille çevrilmiş olan haliydi. Bu noktada söyleyebileceğim tek şey şudur : Monte Cristo Kontu'nu okumak istiyorsanız, sadece ve sadece İthaki'nin tam metin çevirisini okuyunuz, diğerleri Monte Cristo değil çünkü.

Alexandre Dumas'nın bu klasik eseri, benim en sevdiğim roman olan Üç Silahşörler ile beraber yazarımızın en meşhur, en sevilen eserlerinin başında geliyor. Dostluk, kahramanlık, saray entrikaları gibi gibi daha aydınlık temalara sahip olan Üç Silahşörler'e nazaran; Monte Cristo Kontu çok daha karanlık ve tehlikeli bir atmosfere sahip. Çünkü insanoğlunu en çok yaralayan ihanet duygusu ve kalbi en karartan intikam ateşi bu devasa romanın ana temasını oluşturuyor. 

Genç, dürüst, aşık gemici Edmond Dantes; onu kıskanan 3 kişinin komplosuna kurban gidiyor, en mutlu gününde uğradığı ihanet onu yeryüzündeki cehenneme; İf Adasında hapse sürgün ediyor. Dantes burada delirebilir, intihar edebilir, yok olabilir.. Ama şans eseri tanıştığı hücre komşusu rahip Faria, Edmond'un hayatını değiştiriyor. Ona umut etmeyi, çalışmayı ve beklemeyi öğretiyor. Edmond'u eğitiyor ve dönüştürüyor rahip Faria.

Yıllar sonra, Paris'de bir elleri yağda, ötekisi havyarda yaşamakta olan hainlerin sosyetik hayatlarına esrarengiz ve alabildiğine zengin bir adam giriyor: Monte Cristo Kontu. Onu kimse tanımamakta, nereden gelip nereye gittiği bilinmemekte, tek bilinen sınırsız, göz kamaştıran serveti ve bu serveti ile elde ettiği büyük kudreti.

Böylece Dantes'in akıl almaz intikamı, hainleri birer birer vurmaya başlıyor. Kitabın özellikle ikinci yarısı alabildiğine heyecanlı ve bence romanı klasik mertebesine çıkartan şu : 1000 küsur sayfalık bu devasa romanın sonuna kadar merak hissimizi koruyor Dumas baba. 1000 küsur sayfanın sonuna kadar heyecan duygusu devam ediyor. Çünkü bu kitapta mesele, intikamın alınıp alınmaması değil, mesele upuzun seneler boyu Edmond Dantes'in ilmek ilmek ördüğü plan, mesele bu planın uygulanma şekli. Biz intikamını aldı mı almadı mı bunu merak etmiyoruz. Nasıl alındı bu intikam, yıllar boyu nasıl kuruldu bu plan, hangi oyunla altedildi her bir hain, bunları öğreniyoruz roman boyunca. İşte bu Alexandre Dumas'nın dehasıdır bence dostlarım. Klasik olmanın, yüzlerce yıl boyunca popüler kalmayı başarmanın sırrı budur. 

Romanımız, zaman zaman Fransız tarihine biraz fazla detaylı değiniyor. Her Dumas romanında gördüğümüz gibi, tarihi kişilikler zaman zaman hikayeye katılıyorlar. O devirlerde sosyete yaşamının nasıl ilerlediğine de tanık oluyoruz. Ana hatlarıyla tabii ki bir macera romanı; esrarlı, karanlık serüvenler, polisiye detaylar, aşk, düellolar, rengarenk karnavallar, kimliği gizli güzeller ve geçmişin günahları ile dolu bir macera hem de. 

Bütün bu etmenler, devasa kitabı bir an sıkılmadan okumamızı sağlıyor. Düşünün, öyle bir roman ki, 1000 sayfa boyunca melodrama kaçma ihtiyacı hissetmesin, ya da seks sahneleri ile doldurmaya çaışmasın sayfaları ve sonuna kadar heyecanla, merakla kendini okutsun. İşte, Monte Cristo Kontu böyle bir roman. Elbette zaman zaman, Monte Cristo'nun kudretinin biraz masalsı göründüğü noktalar olabiliyor. Fakat bunu da Alexandre Dumas'nın doğu hayranlığına, Binbir Gece Masalları etkisine bağlayabiliriz. Sonuçta kahramanlarımızın adeta insanüstü güçlere sahip olmalarını istemez miyiz?

Edmond Dantes'in kalbini karartan intikam duygusuna ve romanın bütününe yaydığı karanlık atmosfere rağmen; Alexandre Dumas eserini, hayranlık uyandıracak denli aydınlık bir şekilde tamamlıyor. İnsan bilgeliğinin şu iki sözcükte saklı olduğunu söylüyor bize büyük üstad : Beklemek ve umut etmek!